A. S. Hakan GÖK: “Seyirci Gürses’in Filmlerini Samimi Bulmustur”

Yeşilçam melodramlarının tutkulu üreticilerinden Muharrem Gürses uzun ve bereketli çalışma hayatı ile Türk sinemasına en çok emek veren isimlerden biri. Gürses, 1945-1988 yılları arasında seksen küsur filme yönetmen olarak imza atan; bir o kadar filme de senarist, oyuncu veya yapımcı olarak katkı veren bir sinema insanı. Gürses’in sinemasının değişmez unsurlarını, seyirciyle kurmayı başardığı ilişkinin sırlarını, filmleriyle kendi hayat hikayesi arasındaki benzerlikleri, hayata ve sinemaya bakışını A. S. Hakan Gök ile konuştuk. GÖK, 2010 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema Bölümü’nde “Muharrem Gürses ve Sineması” başlıklı bir tez yayınladı.

 

Türk sinemasında melodramlarıyla anılan Muharrem Gürses’in filmleri hangi özellikleriyle dikkat çekiyor?

Muharrem Gürses’in melodramlarına baktığımızda Gürses’in kendi yaşamından izleri sinemasına taşıdığını görüyoruz. Filmlerindeki karamsar hava kendi hayat deneyiminden kaynaklanmaktadır. Öksüz ve yetim büyüyen, büyükbabasının himayesinde yaşayan bir çocuktur. Tiyatro kariyerinde birçok Anadolu turnesine katılmıştır. Temaşa geleneğinden geldiği için halkın nabzını ve ne istediğini halk ile iç içe yaşayarak öğrenmiş bir sanatçıdır Gürses. Seyircisine saygı duyduğu için onunla duygu birlikteliği kurabildiği için melodramları başarılı olmuştur.

Muharrem Gürses’in filmlerinde kurduğu dünyada keskin ve net çizgiler vardır. Onun dünyasında kötüler “kapkara”, iyiler ise “akpak”tır. Dramatik çatışmayı hep bu iki taraf arasına kurar. Onun dünyasında “gri”lere yer yoktur. Türk halkının hayatı algılayış biçimine uygun filmler yapmıştır. Biz kaderci bir halkız. Karamsarlığımız buradan geliyor. Gürses karamsarlığı ve dini motifleri çok iyi işliyor. Karamsarlık ve yazgıyı kabullenme anlayışı filmlerinin genelinde bir ruh hali olarak karşımıza çıkıyor.

Muharrem Gürses kendi sinemasını oluştururken tabii ki her sinemacı gibi çeşitli etkiler altında kalmıştır. Örneğin Mısır filmlerinin etkilerinden bahsedebiliriz. İkinci Dünya Savaşı sırasında güvenlik nedenleri ile batı ülkelerinden Türkiye’ye film göndermek zorlaştığı için bu nakliye sorununu Mısır üzerinden çözen dağıtımcılar ortaya çıkmıştı. Mısırlı film dağıtım şirketleri de kendi ülke sinemalarında üretilen filmleri bu filmlerle birlikte ülkemize göndermeye başlamıştı. İki halk arasında ortak noktalar var. Bu ortak noktalardan dolayı filmler, Türk seyircisinin büyük ilgisini çekiyor. Bu dönemlerde henüz 21-22 yaşlarında olan Gürses de bu filmlerden çok etkileniyor. Hıçkıra hıçkıra ağladığı filmleri hep “biz nasıl yaparız?” diye düşünüyor. Gürses, Mısır filmlerinin atmosferinden, konularından ve seyirciyi içine çekme gücünden etkilenmiş ve bunu melodramlarına yansıtmıştır.

Filmlerine baktığımızda genellikle bir sentezle karşılaşıyoruz. Aşk, aile, çocuk, hastalık, ölüm, eğlence gibi birçok farklı kavramı filmlerinde aynı anda kullanmaya özen gösteriyor.

Gürses’in melodramlarında genellikle aynı temaların işlendiği de eklemeli. “Dağılan yuva” teması en sevdiği temalardan biri. Bu filmlerinde seyircilere çeşitli dersler verdiğini ve ahlâkçı bir yaklaşımı olduğunu görüyoruz. Gürses, filmlerinde seyircileri hem ağlatmış hem de güldürmüştür. Bu da dram sanatında oldukça güç bir durumdur.

  

Muharrem Gürses’i diğer yönetmenlerden ayıran en önemli özellikler neler?

Merhum Muharrem Gürses hakkında araştırma yaparken onun sadece bir yönetmen olmadığını tam anlamıyla bir sinemacı olduğunu gördüm. Muharrem Bey, filmlerinin senaryosunu kendi yazıyor, filmlerinde rol alıyor, yönetiyor, yapımcılığını üstleniyor, yeri geliyor tiyatrodaki dekor bilgisi ile sanat yönetmenliği bile yapıyor. Aynı zamanda Gürses, bir ressam olduğu için bazı filmlerinin afişini kendi çiziyor.

Gürses hakkında okuduklarım, sorduğum sorulara aldığım cevaplar ve kendi anılarında konu hep bir şekilde sinema tutkusuna geliyordu. Bence her şeyden önce Muhharem Bey’i özgünleştiren sinema konusundaki bu tutkusuydu. Ve bu tutkusunu bir biçimde “seyirciye dokunmak” amacıyla kullanmıştı.

Onu çok etkileyen ve hatıralarında da yer verdiği bir anısından bahsetmek istiyorum. Daha küçük bir çocukken memleketi Amasya’ya gelen gezici tiyatroları takip ediyor: O günlerde Amasya’ya önce Hafız İhsan Kumpanyası gelir, ardından da Topal Atıf’ın Melodram Tiyatrosu temsiller vermeye başlar. Hafız İhsan’ın operet türündeki oyunları Gürses’in ilgisini çekmemişti. Onu asıl derinden etkileyen ve tüm sanat yaşamında etkisi görülecek olan yerel tiyatrocu Topal Atıf’ın, Gürses’in deneyimi ile “seyircisini zırıl zırıl ağlatan melodramlarıydı”.

“Deli oluyordum onu seyrederken göğsümü döve döve ağlıyor, “Ah ben de onun gibi şu milleti bir ağlatabilsem” diyordum. Yeri göğü inleten şu alkışlardan birazını da ben alabilsem… Topal, mopal, herif sahneye bir çıkıp da tiradına hıçkırıklı sesiyle bir başladı mı, kimde cantakat kalırdı ki. Ne yapıyor, nasıl yapıyor da, şu tiyatroya gelen (kadın-erkek, yaşlı genç) herkesi sonuna kadar hıçkırıklara boğuyor, alkış üstüne alkış alıyordu?”

Topal Atıf’ın oyunlarından Gürses’in çok sevdiği bir sahne vardır ki sürekli bu sahneyi oynamak istemektedir:

“Eve geldiğim, yatağa girdiğim zaman, saatlerce onun taklidini yapıyor, “Sesimi bazı kısarak, bazı kelimelere fazlaca basarak, boğazıma da hıçkırıklar yığarak mı ağlatabilirim ben de bir gün seyircilerimi?” der, provalarda sesimi çoğu kez frenleyemez; “Zalim kadın, yavrumu sen katlettin… Dünya ve ahrette bu senin hunharca işlediğin cinayetini Cenab-ı Mevla affü mağfirete asla erdiremez. Geber ey Mel’une.. Ey zulmün bâziçesi hain kadın!”

Kendi yazdıklarını incelediğimizde Gürses’i diğer yönetmenlerden ayıran en büyük özelliği bence bu tutkusudur. Seyirci ile yakaladığı birlikteliktir. Burada tüm sinema dilini, teknik ve estetik meseleleri başka bir yere koyuyorum. Bence Muharrem Bey’in seyirci ile bir arada olma, seyirciye dokunma amacı yıllarca onu bu işe yoğunlaştırdı ve filmlerini büyük seyirci kitleleri ile buluşturdu.

Her şeyden önce Muhharem Bey’i özgünleştiren sinema konusundaki tutkusuydu. Ve bu tutkusunu da “seyirce dokunmak” amacıyla kullanmıştı.

  

Gürses sinemasını araştırmak istemenizin nedeni neydi?

Gürses hakkında araştırmaya yapmamın iki temel nedeni vardı. Birincisi Türk sinemasının kendini aradığı yıllarda sinemaya başlayan bir isim Muharrem Gürses. Yani “Sinemacılar Dönemi” olarak adlandırdığımız tarihlerde bu işe atılmış ve yıllarca film üretmiş. Muharrem Gürses’in kendine has özellikleri ile öne çıkan özgün bir yönetmen olması, araştırma yapmamın ana nedeni idi. Çünkü bizim kaynaklarımızda Sinemacılar dönemi ile ilgili yapılan hemen hemen bütün araştırmalar, belli başlı isimlere ve konulara odaklanmıştı. Bu yüzden bu çalışmanın Türk sineması üzerine araştırma yapacaklar için faydalı olacağını düşündüm. İkinci nedeni ise benim kişisel ilgi alanlarımdan biri olması. Ben yönetmen tanımayı seviyorum. Özelikle sinema tarihinde izler bırakmış yönetmenlerin filmografilerini inceleyip onları tanımayı istiyorum. Bu kişisel merakım ayrıca beni çalışmaya yoğunlaştıran etkenlerden biri olmuştur.

  

Yönetmenin filmlerindeki estetik anlayışı için neler söylemek istersiniz? Yönetmenin tiyatro kökenli olduğunu biliyoruz, acaba bu durum filmlerindeki sinema dilini nasıl etkilemiştir?

Yaptığım çalışmada onun çektiği filmlerin yaklaşık %10’nu inceleyebilme imkanı buldum. Bu filmlerden yola çıktığımızda Gürses’in filmlerinde naif bir sinema dili olduğunu görüyorsunuz. Melodram olduğu için hepsi özellikle müzik kullanımıyla öne çıkan filmler. Türküler, gazeller ve şarkılar filmin hikayesini bütünleştirecek bir etki ile seçilmiş. Zaman zaman karakterin hislerini bu acıklı parçalarla seyirciye aktardığını söyleyebiliriz. Karşımıza genellikle doğrusal bir film akışı geliyor. Bazı filmlerinde çok az “flash-back” kullanımı olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca yönetmen bazen filmleri üst üste pozlayarak deneysel etkiler de aramış. Karakterlerin iç dünyalarını böylece yansıtmaya çalışmış. Kamerayı genellikle sabit kullanan bir yönetmen Gürses. Kamerayı anlam yaratmaktan çok oyuncu takipleri için kullanıyor. Filmlerin genelinde bir ritim bozukluğundan bahsedebiliriz. Özellikle filmlerinde şarkılı-türkülü sahnelerin fazlasıyla yer kaplaması filmlerinin dramatik yapısını zayıflatan bir etken. Abartılı oyunculukları seven bir yönetmen ayrıca; bunun temel etkisinin tiyatro kökenli bir yönetmen olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.

Seyirci ile iletişimi kaybetmemek için hep aynı yapı ve öğeleri kullanmış. Bu yüzden onun filmlerini art arda seyrettiğinizde “tek bir film” seyrediyor gibi hissedebilirsiniz.

  

Yönetmenin dinsel temalı filmlere ağırlık verdiğini de biliyoruz. Bu filmlerde öne çıkan unsurlar neler?

Türk sinemasında böyle dönem dönem furyalar görmek mümkün. Günümüze baktığımızda da bence şu an sırtını dinsel motiflere dayamış korku filmleri, niteliği düşük komedi filmleri ve romantik filmler bir furya haline dönüşmüş durumda. Bunun temel nedeni de tecimsel başarı. Sinemacılar başarılı olan tema ya da filmleri örnek alarak bu tür film ya da benzeri filmler yaparak daha çok seyirciye ulaşmak istiyorlar.

Sizin de belirttiğiniz gibi Gürses’in birçok dini temalı filmi var. Muharrem Bey’in küçük yaşlarda din eğitimi aldığını biliyoruz. Daha bu yaşlarda dini-mitolojik karakterlerle ilişkisi başlıyor. Ve bu temalar onun sevdiği temalar. Melodramlarda kurduğu film yapısını bu filmlere uyguladığını söylemek mümkün. Melodramlarında olduğu gibi bu filmlerin dramatik yapısının kötüler-iyiler arasında kurulduğunu görüyorsunuz. Yani bunu din temalı bir filme uyguladığınızda inançlı kişiler karşısında inançsız kişileri görüyorsunuz. Karakterler arasında keskin ve net çizgiler var. Bu filmlerin finalinde hep aynı sonuca varıyorsunuz aslında “kafirler, münafıklar, Allahsızlar” ağır bir şiddetle cezalandırılıyor. Böylece seyirci tartışmasız bir “katharsis” yaşıyor. Açıkçası dini temalı filmlerin seyircilerin dini duygularını istismar eden filmler olduğunu görüyoruz. Tecimsel başarısı kanıtlanmış bu filmlere zaman zaman ara veriyor. Sonra tekrar dini temalı filmler yapıyor. Bu filmlerden vazgeçemediğini filmografisine baktığınızda açıkça görürsünüz.

  

Türk sinemasına “Muharrem Gürses sinemasının” etkilerinden söz edebilir miyiz?

Muharrem Gürses filmlerini yalnızca kendisi için değil seyirci için yapan bir yönetmen. Bu yüzden filmleri başarılı oluyor ve ardından birçok taklidi yapılıyor. Eğer bugün “Gürses Melodramları” diye bir konuyu tartışıyorsak bu Muharrem Bey’in sinema tarihimizde iz bıraktığını göstermektedir. Bence bunun temel nedeni de Gürses’in filmlerini yorumlama ve gerçekleştirme tarzıdır. Filmlerini hissederek, yaşayarak çeken bir yönetmen olduğu için halka samimi gelmiş ve filmlerindeki birçok soruna rağmen ilgi görmüş; yıllarca film çekmeye devam etmiştir.

  

Tezinizde, Gürses’in yaşam öyküsüyle filmleri arasında paralellik kurmuşsunuz bu konudan biraz bahseder misiniz?

Sanatını samimiyetle icra eden her sanatçı gibi Gürses’i de yaşadıklarından bağımsız düşünemeyiz. Hayatındaki olayları, deneyimleri bir biçimde sinemasına aksettirmiş. Örneğin küçük yaşta anne ve babasını kaybettiği için öksüzlük ve yetimlik motifi filmlerinde sık sık görülmekte. Birkaç film adıyla da örnek verebilirim: Yetimler Ahı, Ana Hasreti, Öksüz Gülnaz gibi. Ayrıca iki büyük savaşın gölgesinde büyüyen birinden bahsediyoruz. Bu savaşların getirdiği sıkıntılar ve karamsar hava ister istemez filmlerine yansımış. Ayrıca onu büyüten dedesinden din eğitimi almış. Bu da daha önce değindiğimiz gibi dini temalı filmler çekmesinde etkili olmuş. Onun filmlerinde görülen yazgıyı kabullenme ve yazgı karşısındaki çaresizlikte de dinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Hatta bir filminin adı: Mukadderat. Bu filmi bulamadım ama ismi büyük bir ipucu bizim için.

  

Sinemanın hemen her alanında hizmet veren Gürses hangi alanda daha etkin olabilmiştir?

Günümüz seyircisi ne yazık ki Muharrem Gürses’i tanımıyor. Aslına bakarsanız Gürses’in geldiği yer, yaşadığı hayat koşulları, çalışma ortamı, çalışma dönemi ve ilginç çalışma koşulları göz önüne alındığında mesleğini çok seven, naif ve duygusal bir sanatçıdan bahsediyoruz. Bu yüzden ben “şu alanda daha etkili olmuştur” diyemem. Benim için önemli olan bıraktığı izdir. Ama size şöyle bir örnek verebilirim. Araştırmamı gerçekleştirdiğim günlerde Muharrem Bey’i hatırlatmak için çevremdekilere hep aynı örneği vermiştim: “Hababam Sınıfı serisindeki paragöz okul müdürü”. Muharrem Bey, birçok kişinin kafasına bu rolü ile kazınmış.

  

Araştırmanızı yaparken yazılı kaynaklara, filmlere ulaşma konusunda zorluk yaşadınız mı? Yönetmene ait bir arşiv mevcut mu?

Araştırma aşaması oldukça zor oldu. Filmlerin büyük bir kısmını internetten satın aldım. Satın aldım derken bildiğiniz DVD ya da VCD formatında değil. Meraklı bir sinemasever filmleri TV’den çekmiş ve arşivlemiş. Bir kısmını Mimar Sinan kütüphanesinde seyrettim. Ayrıca birkaç forumdan filmleri indirdim. Ne yazık ki bir film arşivi söz konusu değil. Çok araştırdım ama çoğu film kayıp. Muhterem Nur’la görüşmeyi çok istemiştim. Ama sağlık sorunları yüzünden görüşmemiz gerçekleşemedi. Muhterem Hanım’ın Muharrem Bey ve sineması hakkında söyleyecekleri çok önemliydi benim için.

Muharrem Bey’in oğullarından Kemal Gökhan Gürses bana çok yardımcı oldu. Muharrem Bey’in yayınlanmamış anılarını benimle paylaştı. Araştırmacı yazar Alican Sekmeç de birçok bilgi paylaştı. Daha önce bu konuda çalışma yapan Serpil Kırel’in çalışması ve röportajı dışında pek bir yazılı kaynak bulamadım. Türk sineması üzerine yazılan birçok kitapta Muharrem Gürses’e ne yazık ki bir paragraf ayrılmıştı. Benim tezim Muharrem Gürses üzerine yapılan en kapsamlı çalışma sanırım.

 

Röportaj: Esra Tice Yıldırım
Kaynak: Hayal Perdesi Sinema Dergisi • Sayı: 39 • Mart-Nisan 2014